Ay beslesin düşlerini....
Yeşertmeye çalışıyordun oysa….
Yorgun, yıkık, kırgın avuçlarında….
Bir tutam toprakla….
Göz yaşı yağmurunda....
İnanmıştın yeşereceğine, yeşereceklerini anladığında korktun ve kusur aradın. Bulamadın ama bulmalıydın. Kimseyle paylaşmadın, sakladın içinde. Bu bumudur bile demedin. Sustukça sustun, sustukça konuştum. Yargısız infazdı yaptığın, kurguladığın bir oyunda rol veriyordun insanlara. Benim rolüm karanlıktı bense beyaz. Bunu sorgulamadan, kendi senaryondaki hayatı benim hayatın olarak kabullendin. Bunu yapın çünkü tohum çimlenmeye başlamıştı içinde. Bir tutam toprağa karışan göz yaşların meyvesini vermeye başlamıştı. Artık içinde bir şey büyüyordu. İstenilmeyen adamdan peydahlanan istenilmeyen bir çocuk gibi. Aldırmak istenilip aldırılamayan, doğması muhtemel çocuk gibi.
Bunun böyle olmadığına inandırman gerekiyordu kendini. Olmamalıydı. Kurumalıydı bu toprak. Kıyılmalıydı umutlar ama kıyamıyordun. ‘’Gencecik umutlar neden ölsün ki. Yeşermeye de başlamış yeni yeni ‘’diyordun. Korkuların ve senaryon sana ait oldukları için ağır basıyor, ‘’ kurumalı bu tohum’’ diyordun….
Ölümden korkutmuştun şimdi o’nu öldürmeye çalışıyordun. İçinden çıkamıyordun, içinde büyüyordu. Son kez korktun, son kez çömeldin ve son kez saklandın. İçinde büyüyenin içinden çıktın. Işığını kestin. Nefes aldırmayacak, öldürecektin. Sessizliğinin karanlığında kuruttun. Sesin ışıktı, ışıksa hayat….
Oysa, yıkılan dünyamın enkazıyla gelmiştim sana. Avucuna doldurdum. Göz yaşlarınla dolmuş avucunda bir şimşek çaktı. Dünyam oluştu. Taşıyla, toprağıyla, insancıklarıyla. Her yer aydınlıktı, geceler bir başka şeffaftı artık. Işığınla karayı yeniden görmüştüm, buldurmuştun yolumu bana….
İnanamadın bu şeffaflığa ve kapattın avuçlarını. Artık su yoktu, ışık yoktu. Toparlanmaya çalışan bir enkazı 9 şiddetinde sarsmıştın. Bunu kurguların ve korkuların sonucu yaptın. Oluşan dünya sana zor geldi. İstediğin hayat bu değildi. Ellerinde yeşerecek şeyin şekline sen karar verirdin. Verdinde. Uzaklardan korktun, geçmişteki uzaklardan ders almıştın. Aynı uzaklık sandın, aldığın yakınlığı ve sıcaklığı tartmadın. Sessiz çığlığınla karanlık bir odada, bir yudum ışığa muhtaç bıraktın.
Beni sende, beni bende yıktın….
Yorgun, yıkık, kırgın avuçlarında….
Bir tutam toprakla….
Göz yaşı yağmurunda....

Bunun böyle olmadığına inandırman gerekiyordu kendini. Olmamalıydı. Kurumalıydı bu toprak. Kıyılmalıydı umutlar ama kıyamıyordun. ‘’Gencecik umutlar neden ölsün ki. Yeşermeye de başlamış yeni yeni ‘’diyordun. Korkuların ve senaryon sana ait oldukları için ağır basıyor, ‘’ kurumalı bu tohum’’ diyordun….
Ölümden korkutmuştun şimdi o’nu öldürmeye çalışıyordun. İçinden çıkamıyordun, içinde büyüyordu. Son kez korktun, son kez çömeldin ve son kez saklandın. İçinde büyüyenin içinden çıktın. Işığını kestin. Nefes aldırmayacak, öldürecektin. Sessizliğinin karanlığında kuruttun. Sesin ışıktı, ışıksa hayat….
Oysa, yıkılan dünyamın enkazıyla gelmiştim sana. Avucuna doldurdum. Göz yaşlarınla dolmuş avucunda bir şimşek çaktı. Dünyam oluştu. Taşıyla, toprağıyla, insancıklarıyla. Her yer aydınlıktı, geceler bir başka şeffaftı artık. Işığınla karayı yeniden görmüştüm, buldurmuştun yolumu bana….
İnanamadın bu şeffaflığa ve kapattın avuçlarını. Artık su yoktu, ışık yoktu. Toparlanmaya çalışan bir enkazı 9 şiddetinde sarsmıştın. Bunu kurguların ve korkuların sonucu yaptın. Oluşan dünya sana zor geldi. İstediğin hayat bu değildi. Ellerinde yeşerecek şeyin şekline sen karar verirdin. Verdinde. Uzaklardan korktun, geçmişteki uzaklardan ders almıştın. Aynı uzaklık sandın, aldığın yakınlığı ve sıcaklığı tartmadın. Sessiz çığlığınla karanlık bir odada, bir yudum ışığa muhtaç bıraktın.
Beni sende, beni bende yıktın….
Çarşamba, 06 Aralık, 2006
nolmuş sana böyle ama sen herşeye rağmen çok şık bir beysin öpüyorum seni ...:) sayfa üstü
Perşembe, 07 Aralık, 2006
Sağolasın arkadaşım. Ölümüne kankayız... :)
Teşekkür ederim aplacım. Senin şıklığın bu.... sayfa üstü