<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d26794014\x26blogName\x3d.:Ya%C5%9Fam+K%C4%B1r%C4%B1nt%C4%B1lar%C4%B1:.\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLACK\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://8incirenk.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://8incirenk.blogspot.com/\x26vt\x3d-4694261288081628349', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

SoSo / Yaşam Kırıntıları....

Düşük seviyeli kalp krizleri, Bir kaç damlalık beyin kanamaları....

Telif hakkı....

Bu siteyi kullanmaya başladığınız andan itibaren aşşağıda yazılan tüm hususları tamamen anlamış ve kabul etmiş sayılırsınız.

  • * ©2005 SoSo tarafından, tüm hakları saklıdır.

  • * Hiç bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz.

  • * 5846 sayılı FSEK ile korunur.

    Son On....

  • Karanlığın ve ışık.... 24 Aralık 2006 |

    Camına gidiyor elim sürekli, ancak bir türlü tıklayamıyorum. Çatlamış, dokunsan dökülecek camına dokunamıyorum. Bazen açık yakalıyorum pencereni, bakmak istiyorum içeriye. Bilmediklerimi soramadıklarımı görmek için. İlk hamlemde perdelerini çekiyorsun gözlerime.

    Ve bense hala öneminin olmadığını söylüyorum. Anlamaya çalışıyordum seni. Kaçışlarına hak vermeye çalışıyordum ama karartıyorsun, zifiri karanlıkta pencerenden yüzüme gelen aydınlığı. Ve beklemeye başlıyor duvar dibindeki korkmuş çocuk.

    '' O aydınlık bir daha vurmazsa yüzüme...?''

    En ufak tıkırtıya kulak kesiliyorum. Gözlerimi kapatıyorum sımsıkı. Karanlığın katranlığı artıyor. Göremediğim karanlığının korkusu yerine kendi oluşturduğum karanlığa dalıyorum.
    Korkulacakları belirliyorum.

    Açıyorum gözlerimi. Göz kapaklarımda bir rahatlama ve pencerende yoğun bir kara.
    Ayağa kalkıyorum duvar dibinden. Omzumu yaslıyorum duvara ve bir taş atıyorum dokunsan kırılacak camına. Bizi ayıran karanlık perdenin ardında göz yaşların, avuçlarımda kanla karışmış camların. Sesimi duymak istiyorsun. Canımın yandığını biliyor hissedemiyorsun. Sesimi duymalısın ki ne denli yaralandığımı anlayasın.

    Hani canı çok yanan çocuk ağlarken konusması duyulmaz, nefes alamaz ya.
    Hani boynundan damarları çıkar, kızarır ya.
    Hani ağlamaktan sesi kesilir ya.

    Duyamıyorsun sesimi.

    Karanlık acımı saklıyor.
    Kalbin acıyor....

    Yeni Pencerede aç.... 18 Aralık 2006 |

    Hayatta önüme açılan her pencere kapananları hatırlatıyor bana.
    Kapanacak elbet bu açılanda.
    Kapanana kadar ışığa doymalı oysa....

    ''Çöp kovasını boşaltmaya gelirmisin benle'' saflığında aşıktım sana.
    İlk okul sıralardında küçük kağıtlara yazılan, bir kaç anlamsız anlamdın kalemimin ucunda.

    Gelişler hep neşeyle olurmuş.
    Gidişlerse hüzünle.
    Doğum sevindirirmiş ölümse üzer....

    Her şeyin başlangıcı mı güzeldir acaba...?
    Acaba ilk okul yılları mı bizi sevindiren yoksa amfi ekosundaki uğultu mu...?

    Her şey zamanında güzelmiş.
    Mişli geçmiş zamanlar var içimdeki yakarmalarda.
    -cak'lı, -cek'li cümlelerle kati konuşamaz oldum.

    Dilimin sürçmeleri cümleleri, yalanların hayatımı unutturdu bana.
    Asılları gibi olmayan, ifade etmek istediklerimi yansıtmayan cümleler var usumda.
    Yazdığım bu son satırda, anladım ki bunlar birer saçmalama....

    Hırrr....

    Aralıkta isyan müebbet gibi…. 10 Aralık 2006 |

    Sevemedim ben bu dünü sevemedim başından. Göremedim geçtiğini yanı başımdan....

    Okuduklarım yetmemişti geçeceğini, geçtiğini, sessizliğini anlamama. Okuduklarım üzerine ekleme yaparak sürekli üretiyordum. Sana ulaşıp ulaşmadığını bilmeden devrik cümleler kuruyor, parçalanmış umutlarla bedenimi kesiyordum. Hiçbir zaman yıkılmayacak sözcüklerim italikleşmişti, yakında düşeceklerdi....

    Bazen yakalıyordum devrik cümlelerimi kaldırmaya çalıştığını. İçini döktüğün beyaz kağıtlarda benden bir şeyler sezinliyor, birkaç sağlamlaştırma cümlesi birkaç destek buluyordum. Belki de ben böyle istiyordum ve üzerime yoruyordum. Umut fakirin ekmeğiymiş. Kelimelerin umudum oluyordu. Cevap arıyordum satırlarında, suskunluğuna. Sadık satırların sır vermiyordu bana. Sana açılan bir kapı olmalıydı, yoktu....


    Küçük bir delikten gelen ışık yoğunluğuna doğru yürüyordum. Görüntü sıfır, ses var sadece. Önden gelen, güzel kalçaların sivri topuklara yaptığı basıncın yerde patlaması sonucu oluşan tıkırtı. Arkamda, senden habersiz 3 arkadaşın güleç sözleri. Uzakta, sen....

    İlerledikçe lümen azalıyor, sesler uğultu halinde gelmeye başlıyor. Kalabalık artıyor. Sesleri seçmekte zorlanıyorum ki, ışığı yitiriyorum. Işık saklanıyor benden. Sadece insanlar, duygusuzluklarıyla bir sürü halinde koşuşturan insanlar kalıyor. Oysaki sen olmalıydın, ışığın bittiği yerde sen başlamalıydın....

    Görmek istediğimi göremeyecek olmanın korkusu açtırmıyor gözlerimi. Gelen seslerden hiç birisi sen değildin. Zaten sessizdin. Ben insanların arasından sıyrılmaya çalışırken sen geçip gitmiştin....

    ‘Ben de kayboluyordum…’

    Dal sanıp tuttuğun her demir yakmış ellerini. Sende yakmışsın her dalı. Bir daha yanmamak adına sarmalamışsın ellerini geçmişin külleriyle. Yaşın yanında kuruda yanmış, görememişsin. İkimizin de aradığı şey ortak aslında. Işığı arıyoruz ikimizde farklı bedenlerde, farklı şehirlerde. Ben sende bulmuşum, sen başkasında bulacaksın. İstediğim ışığından başka bir şey değildi. Işığın olamadığım, seni karanlıklarda bıraktığım için öyle üzgünüm ki....

    Elbette ikimizde dünlerde ışığı bulmuştuk. Mum misali, bir yerden sonra aydınlatamadı etrafımızı yada aydınlığı yetmedi ve tükendi ışık. Fotonasti olmalıydı yola devam etmek için, sen olmalıydın başkaldırış için....

    Söylenecek şeyler var, cesaret edilemeyen. Sesinin kısılmasına neden olan, haykırmak istediğin ancak haykıramadığın şeyler var. İçindeki çelik kasaya hapsettiğin duyguların var, parçalanmasından korktuğun. Naftalinleyip rafladığın, arada sırada çıkarıp koklayıp okşayıp sakladığın. Tuttuğunda ellerini yakmasından korktuğun duyguların.

    Elleri cehennem yanıklığı ile cennet kokan yarim, git....

    Ay beslesin düşlerini.... 05 Aralık 2006 |

    Yeşertmeye çalışıyordun oysa….
    Yorgun, yıkık, kırgın avuçlarında….
    Bir tutam toprakla….
    Göz yaşı yağmurunda....

    İnanmıştın yeşereceğine, yeşereceklerini anladığında korktun ve kusur aradın. Bulamadın ama bulmalıydın. Kimseyle paylaşmadın, sakladın içinde. Bu bumudur bile demedin. Sustukça sustun, sustukça konuştum. Yargısız infazdı yaptığın, kurguladığın bir oyunda rol veriyordun insanlara. Benim rolüm karanlıktı bense beyaz. Bunu sorgulamadan, kendi senaryondaki hayatı benim hayatın olarak kabullendin. Bunu yapın çünkü tohum çimlenmeye başlamıştı içinde. Bir tutam toprağa karışan göz yaşların meyvesini vermeye başlamıştı. Artık içinde bir şey büyüyordu. İstenilmeyen adamdan peydahlanan istenilmeyen bir çocuk gibi. Aldırmak istenilip aldırılamayan, doğması muhtemel çocuk gibi.

    Bunun böyle olmadığına inandırman gerekiyordu kendini. Olmamalıydı. Kurumalıydı bu toprak. Kıyılmalıydı umutlar ama kıyamıyordun. ‘’Gencecik umutlar neden ölsün ki. Yeşermeye de başlamış yeni yeni ‘’diyordun. Korkuların ve senaryon sana ait oldukları için ağır basıyor, ‘’ kurumalı bu tohum’’ diyordun….

    Ölümden korkutmuştun şimdi o’nu öldürmeye çalışıyordun. İçinden çıkamıyordun, içinde büyüyordu. Son kez korktun, son kez çömeldin ve son kez saklandın. İçinde büyüyenin içinden çıktın. Işığını kestin. Nefes aldırmayacak, öldürecektin. Sessizliğinin karanlığında kuruttun. Sesin ışıktı, ışıksa hayat….

    Oysa, yıkılan dünyamın enkazıyla gelmiştim sana. Avucuna doldurdum. Göz yaşlarınla dolmuş avucunda bir şimşek çaktı. Dünyam oluştu. Taşıyla, toprağıyla, insancıklarıyla. Her yer aydınlıktı, geceler bir başka şeffaftı artık. Işığınla karayı yeniden görmüştüm, buldurmuştun yolumu bana….

    İnanamadın bu şeffaflığa ve kapattın avuçlarını. Artık su yoktu, ışık yoktu. Toparlanmaya çalışan bir enkazı 9 şiddetinde sarsmıştın. Bunu kurguların ve korkuların sonucu yaptın. Oluşan dünya sana zor geldi. İstediğin hayat bu değildi. Ellerinde yeşerecek şeyin şekline sen karar verirdin. Verdinde. Uzaklardan korktun, geçmişteki uzaklardan ders almıştın. Aynı uzaklık sandın, aldığın yakınlığı ve sıcaklığı tartmadın. Sessiz çığlığınla karanlık bir odada, bir yudum ışığa muhtaç bıraktın.

    Beni sende, beni bende yıktın….