<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d26794014\x26blogName\x3d.:Ya%C5%9Fam+K%C4%B1r%C4%B1nt%C4%B1lar%C4%B1:.\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLACK\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://8incirenk.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://8incirenk.blogspot.com/\x26vt\x3d-4694261288081628349', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

SoSo / Yaşam Kırıntıları....

Düşük seviyeli kalp krizleri, Bir kaç damlalık beyin kanamaları....

Telif hakkı....

Bu siteyi kullanmaya başladığınız andan itibaren aşşağıda yazılan tüm hususları tamamen anlamış ve kabul etmiş sayılırsınız.

  • * ©2005 SoSo tarafından, tüm hakları saklıdır.

  • * Hiç bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz.

  • * 5846 sayılı FSEK ile korunur.

    Son On....

  • Yeniden.... 27 Şubat 2007 |

    Hiçbir zaman anlayamadığım bir karmaşadaydı dünya. İnsanlar vardı etrafta koşuşturan. Ve artçılarla yerle bir olmuş betonların altında saklı bir söz kadar uzak şimdi anlaması onu…

    ‘Paramparça olmuş bir hayali avuçlarına al, ve onu yeniden yarat çocuk!’ diyorsunuz bana; avuçlarım terli, avuçlarım kesik, avuçlarım acı dolu…

    Karanlık bir günde başlamıştık yürümeye ve o bana, beyazdan bahsetmişti, beyazlarından dünyanın… Bunca beyazın yeteceğini düşündüm. Korkudan izbe bir duvar dibine sinmiş, başını ayaklarının arasına saklamaya çalışan çocuğa…

    Beyaza alıştığım gece, gece sönerken camı açık penceremin perdesinde, avuçlarım göz yaşlarımın misafirliğinde şaşkın iken, hıçkırmayı özlediğimi fark ederken ben, bir bıçak gibi sıyırırken yaralar bedenimi, ve teğet geçerken tutkular bana, beyaza kapıldım.

    Tüm siyahlara veda…

    Beyazın, beni içine hapsetmiş olduğu bir dünya olduğunu nasıl anlatabilirdim ona...?

    Yolculuk çanları çalıyor. Paltosu yüksek ökçelerine dek uzanan, boynunda bir kürk uyuyan kız, tüm cilveli bakışlarıyla İstanbul’a bakıyor… Tren, son hazırlıklarında; etraf koşuşturan yolcularla…
    Kız ise İstanbul’la konuşmada :
    ‘Sana söyledim İstanbul, inanmadın bana!!! Bak, gidiyorum, gidiyorum İstanbul! Sensiz yaşamaya gidiyorum! Ölüm, sensiz mutlu olabilmek gibi bir şey sanki İstanbul’um… Ölüm, sonsuza dek sevmek gibi…’
    Saçlarını savuruyor İstanbul’a karşı, Haydarpaşa değil bu garın adı, tanıyamıyor nerede olduğunu, o bir tek Haydarpaşa’yı bilirdi… Şimdi ismini içinden silemediği şehre, ismini bilmediği bir gardan yolcu oluyor…
    Başkent onu bekliyor…
    Ve bize ardından gülümsemek, susmak, düşüyor…

    Çünkü Şubat bitiyor…

    Etiketler:

    Koku.... 17 Şubat 2007 |

    Senin kokun..
    Teninin üzerinden buharlaşarak odama dağılan, bıraktığın küçük şişenin içinde hapsolmuş,
    olmadığın anlarda seni hissetmem için yeterli olna şu kimyasal..


    Biyoterapi sonrası ortaya çıkan olumsuz kokuyu örtmek için kullanılıyordu şimdilerde..
    Biyoterapi sonlarında ise kendimi sende buluyorum, terapinin yoğunluğunun verdiği duygusallıkla seni düşünüyorum hep..

    Biyoterapinin sonuçlarından birisi olan B12 azalması sonucunda hep unutuyorum ve aynı
    kimyasal hatayı yapıyorum..

    Kimyasal odama dağıldıkça sende içime dağılıyordun..
    Seni hissettiğim halde görememek görme duyumdan vazgeçiriyor beni..
    Teninle birlikte alıştığım koku tenin olmadan ortalıkta dolaşıyordu..
    Ama sen yoktun..
    Olmaman da gerekiyor zaten..

    Biyoterapinin en ağır aşamasını uygulama kararı veriyorum..
    Bu bitkisel zırvalığı kafatasımın içine doldurup göz çukurlarımda basınç hissetmek ve sonrada kör olmak istiyorum..
    Kokundan ve yokluğundan kaçarcasına hazırlık yapıyorum..
    Sonra ciğerlerime 2 litre hava çekiyorum, en oksijen içermeyeninden ve kapıyorum gözlerimi..
    İlk gördüğüm şey sonrası açmak istiyorum gözlerimi ama artık kör olmuştum..
    Ve sen karşımdaydın..
    Kokundan kaçısın seni bana getireceğini düşünmemiştim..

    Kısacası güzel sevgilim..
    Bir çiçeği düşünürken ürpermek yok.

    Gülmek, umut etmek, özlemek yada mektup beklemek gözleri yatırıp ıraklara..
    Sensizlik ne garip şey sevgili..

    Seni öpemeyeceğim örneğin..
    Sana dokunamamak ne garip şey sevgili..

    Ne olacaktı şimdi.?
    Koskoca karanlıkta sen, ben ve kokun..

    Açık olan gözlerimin karanlıktaki sen dışında bir şeye odaklanması için uğraşıyordum..
    Olmuyordu..

    Belki karanlığın ortasından bir yerden annem acımı süpürmek için kapısını açar diyordum..
    Açmıyordu..

    Ve artık biliyordum..
    Kaçtığın şeye mahkum olmak..
    Süpüremeyeceğin bir acı...

    ?

    Etiketler:

    zîakıl.... 06 Şubat 2007 |

    Yapacak o kadar çok şey ve bir o kadarda isteksizlik var içimde. Her şeyin ters gitmesi elimi ayağımı oynattırmıyor bana. Yapamadıklarımı görüp pes ediyorum. Yatmak istiyorum günlerce. Hiçbir şey yapmadan yatmak istiyorum. Bazen uyanmakta istemiyorum, uyandığımda başladık yine sayıklamasıyla yatağımdan kalkıp tersliklerin içinde kendimi bulunca ölmek istiyorum. Uyuduğum zamanlar çok huzurluyum. Ne günü hatırlıyorum nede rüya görüyorum. Bilinçsizce uzun uza bedenimi seriyorum. Uyku yarı ölüm haliymiş ama ben gerçekten ölüyorum.Uyuduğum anların dışı bana ceza gibi geliyor. Balkona çıkıyorum bazen. Salsam kendimi diyorum karanlık boşluğa. Ne değişecek? İçimdekilerden o anda kurtulurum diyorum. Sonra zamana yaysam belki düzelir diyorum ve ellerimi ayırmıyorum demirlerinden. Ancak korkutuyor beni bu balkon ziyaretleri. Bir gün yenileceğimi biliyorum. Oraya gideceğim yine, yine demirleri bırakmayacağım bilinciyle sonra salacağım kendimi. Acı bir uykuya dalıp uyanamayacağım. Bununda olmasını istemiyorum. Değişir belki diyor hep itekliyorum hayatı. Ben itekledikçe ben ilerlettikçe o çelme takıyor ayağıma. Nematot kadar yol alamıyorum hayatın içinde. Günler geçiyor ama ben aynı yerdeyim. Olmam gerekenin çok gerisinde. Taktik belliydi aslında ‘hep ileri’. Peki geri çeken neydi beni. Hayat çok seviyor da bir yere ayrılmamı istemiyor mu? Yoksa benden tiksiniyor ve bir an önce kurtulmak mı istiyordu? Çok karmaşık her şey arkadaşlar. Durum kötü farkındayım ve biçareyim biliyorum…
    *
    Demirlerin soğukluğu kalmış ellerimde. Öyle sıkı tutmuşum ki avuçlarımda iz oluşturmuşlar. Bu seferde kucağında bulamadı beni karanlık ve soğuk boşluk. O hep orada ama hep bekliyor sıkılmadan usanmadan bedenimi kucağına bırakacağım günü bekliyor. Gelmesi muhtemel istenmeyen günü bekliyor...


    Etiketler: