<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d26794014\x26blogName\x3d.:Ya%C5%9Fam+K%C4%B1r%C4%B1nt%C4%B1lar%C4%B1:.\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLACK\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://8incirenk.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://8incirenk.blogspot.com/\x26vt\x3d-4694261288081628349', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

SoSo / Yaşam Kırıntıları....

Düşük seviyeli kalp krizleri, Bir kaç damlalık beyin kanamaları....

Telif hakkı....

Bu siteyi kullanmaya başladığınız andan itibaren aşşağıda yazılan tüm hususları tamamen anlamış ve kabul etmiş sayılırsınız.

  • * ©2005 SoSo tarafından, tüm hakları saklıdır.

  • * Hiç bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz.

  • * 5846 sayılı FSEK ile korunur.

    Son On....

  • Gece.... 30 Kasım 2006 |

    Yağmur yağıyordu.
    Parmaklarım darbukaya dönüşen klavyede acayip sesler çıkarmaya başladı.
    Sessiz çığlığının resmi ''ne oluyor'' der gibilerinden yüzüme baktı.
    Yağmur hızlandı.
    Parmaklarım daha bir oynaklık kazandı.
    Gülümsemek istedim, başaramadım.
    Bir şeyler yapmalıydım, sıkıntıdan kurtulmam için.
    Önce ellerimi klavyeden çekip, sürekli konuşan parmaklarımı susturdum.
    Arkama yaslandım.
    Uzun uzun çığlığını izledim.
    ''Gece uyuyamadın galiba'' diyordun.
    Geceyi düşündüm....
    *
    Yol incecik bir çizgi.
    Asfalt, kalemle çizilmiş gibi.
    Alaca karanlıkta farı yanmayan araçlar geçip gidiyor.
    Gri renkleri değil, içlerinde sürükledikleri hayat rengini veriyor.
    Benimki belli bir sınırdan dönüyor hep.
    Gidiyor dönüyor.
    Hayaletler dans ediyor.
    Şehirden pek uzaklaşmadan, şehre girmeden, bir çizgi üzerinde yüzler seçilmiyor.
    ''İşte orası'' diyor bir yüz.
    Gece varılmış, pencereden bakılmış.
    Bir ışık demeti;
    Şehir....
    *
    Yavaş yavaş ve sessiz enerji jölesi gibi yayılan bir seyredişi var.
    Bir mahkumun hüznünü ve çaresizliğini çağrıştıran.
    Islak, yumuşacık sıcaklıklarla ve büyük düşlerle dolu.
    Kırpıştırıyorsun gözkapaklarını.
    Tüylerini diken diken eden, nefesini kesen, var olduğunu hiç bilmediğin, içinin derinliklerinden gelen, bir duygu sarsıntısıyla, telaşla ve coşkuyla uyanıyorsun.
    Derin tatlı ir acının kasılmaları; Rüyaların....

    gen-etik.... 24 Kasım 2006 |

    İsteksizlikler sese vurur....
    Düşünceleri susturur....
    Zevklarden mahrumdur....
    Sonunda sevgi mağlupdur....

    Küçük sevimli bir mRNA kendisini oyalayacak şeyler ararken bir amino asitle tanışmış. Birbirleri ile çok iyi anlaşan bu ikili bulundukları yerlerden ayrılarak bilmedikleri yerleri keşfetmeye karar vermişler ancak amino asit tedirginmiş biraz. Amino asit oradan ayrıldığında gulukaminler zor durumda kalacakmış. Gulukaminleri zor durumda bırakmamak için mRNA ile gitmemiş.

    mRNA tek başına çıkmış yola.
    Kodonlardan geçtikten sonra hücreler arası boşluklarda dinlenmiş. Dolaştıkça sorguladığı şeyler artmış ve nereden geldiğini sorgulamaya başlamış. mRNA’ları aramaya başlamış ve her bulduğuna nereden geldiklerini sormuş. Üst düzey bir mRNA nereden geldiklerini anlatmaya başlamış….

    ‘’İlk başlarda intron ve ekzonlardan oluşan bir DNA sülalesinin parçasıydık bir süre sonra nereden geldiği anlaşılamayan bir emir sonrasında kaos başladı kaosun sonunda intronlar bir tarafa ekzonlar bir tarafa dağıldı. Bu dağılmanın sebebi bir kaç densiz bazın neden olduğu prossesingdi. Daha sonra intronlar arasında urasil yüzünden anlaşmazlık çıktı ve intronlar bir daha bir araya gelmedi. Ekzonlar ise dağılmanın saçma bir karar olduğunu söyleyip bir araya gelmek istediler, sandılar ki büyük ekzon birliğini oluşturacaklar ama biz oluştuk.’’

    mRNA dağılan sülalesi için üzgün hayata geldiği için mutlu bir şekilde kala kalmış. Atalarının çektikleri zorlukları düşünerek devam etmiş yoluna. Hem’leri globin’leri ve hemoglobinleri tanımış. Sıkı dostluklar kurmuş. Polipeptit bağlarında sallanmış. Sokak enzimleriyle tanışmış kimileriyle yıkımlara giderken kimileriyle yapımlara gitmiş.
    Sonra hiç gelmediği bir yere gelmiş. Kocaman ışıklı girişi olan büyük tabelasında Beyin yazan bir yer. Böyle güzel bir girişi olan yerde kim bilir daha neler vardır diyerek atlamış içeriye. Hiç beklediği gibi çıkmış içerisi yoğun bir koku her taraf is ve bütün hücreler ölmüş....
    Her birisini kontrol etmek istemiş. Tek tek bakmış yaşayan var mı diye. Koku gözlerini ve burnunu yakmaya başlamış. Tam çıkmak üzereyken bir ufaklığa rastlamış korkmuş ve nefes almakta zorlanan ufaklığa biraz su verdikten sonra onu sakinleştirip adını sormuş. Adı nöroncanmış, bir gün koyu bir sisle beraber Tetra Hidro Cannabinol adında bir sürü herif gelmiş köylerine ve ellerindeki büyük balyozlarla bütün hücreleri ezmişler. Tekrar geleceklerini söyleyip gitmişler. Onu oradan götürmek istemiş ama mRNA nöroncan’ı orada bırakmak zorunda kalmış. Ne kadar zor hayatların olduğunu düşünerek bir kavşaktan geçerken transkriptinaz kazası arasında kalıp cDNA olarak yaşamaya mahkum olmuş. Hafızası yerinde olmayan eski mRNA yeni cDNA kendini bulmak için yel değirmenlerine saldırarak bir oyana bir bu yana savrulup gitmiş....

    Sis çöktü şehre sisss.... 13 Kasım 2006 |

    Soğuk ve karamsarlık sardı yine kara bölgemizin kara şehrinde bedenimi....
    Çıkamıyorum içinde bulunduğum kötülüklerden....
    İçimi açan güneşte söndü artık....
    Pek görünmeyecek bir süre....
    Erkenden çöken karartı korkutur oldu hayallerimi....
    Bedenimi erken saatlerde kapalı alanlara atma isteği duyuyorum....
    Korkuyorum artık bana ait bu şehirden....
    Saklıyorum düşlerimi, düşüncelerimi ondan....
    Ona şarkılar söyleyerek gezdiğim sokaklarında artık tedirginlikle sinmiş yürüyorum....
    Ne olacak diyorum kendi kendime...?
    Bazen de şehrime haykırıyorum....
    Nereye gidiyorsun diye...?
    Cevap gelmiyor....
    Beni umursamadan, arkasına bile bakmadan devam ediyor yoluna....
    Ve elbetteki benide sürüklüyor karanlığına....

    Tırnaklarım sökülüyor, takılan asvalt çıkıntılarında....
    Kan oluyor ellerim, ayaklarım, ayakta karşıladıklarım....
    Kabullenmiş gibi görünmeye başlıyorum karanlığı....
    Çıkış arıyorum....

    Aydınlığı bulamıyorum....
    *
    Telefonum çaldı....

    Açtım....
    Kapattım....
    Beynimde şimşekler çaktı....
    Arayan, aradığım ışıktı....
    Görevini tamamlamıştı telefonum....
    Açılmamak üzere kapattım....

    Balkona çıkıp şehri izledim....
    Karanlık günlerinin sonuncusunu....
    Yaşadıklarımı anlatarak küfür ettim....
    Bana yaşattıklarını anlatarak nefret ettim....
    Aydınlığı bulduğum için gülümsedim....
    Rest çektim karanlığına....
    *
    Şehrin karanlık hayatı son buluyordu bu gece....
    Belki üzülüyordu şehir ama geç kalınmış bir ölümdü bu....
    Işıklar içinde defnedilecek doğan güneşle....
    Işığa gömülecek....

    *
    Yarın beyaz bir gün olacak....