Yeniden.... 27 Şubat 2007 | 1
Hiçbir zaman anlayamadığım bir karmaşadaydı dünya. İnsanlar vardı etrafta koşuşturan. Ve artçılarla yerle bir olmuş betonların altında saklı bir söz kadar uzak şimdi anlaması onu…
‘Paramparça olmuş bir hayali avuçlarına al, ve onu yeniden yarat çocuk!’ diyorsunuz bana; avuçlarım terli, avuçlarım kesik, avuçlarım acı dolu…
Karanlık bir günde başlamıştık yürümeye ve o bana, beyazdan bahsetmişti, beyazlarından dünyanın… Bunca beyazın yeteceğini düşündüm. Korkudan izbe bir duvar dibine sinmiş, başını ayaklarının arasına saklamaya çalışan çocuğa…
Beyaza alıştığım gece, gece sönerken camı açık penceremin perdesinde, avuçlarım göz yaşlarımın misafirliğinde şaşkın iken, hıçkırmayı özlediğimi fark ederken ben, bir bıçak gibi sıyırırken yaralar bedenimi, ve teğet geçerken tutkular bana, beyaza kapıldım.
Tüm siyahlara veda…
Beyazın, beni içine hapsetmiş olduğu bir dünya olduğunu nasıl anlatabilirdim ona...?
‘Paramparça olmuş bir hayali avuçlarına al, ve onu yeniden yarat çocuk!’ diyorsunuz bana; avuçlarım terli, avuçlarım kesik, avuçlarım acı dolu…
Karanlık bir günde başlamıştık yürümeye ve o bana, beyazdan bahsetmişti, beyazlarından dünyanın… Bunca beyazın yeteceğini düşündüm. Korkudan izbe bir duvar dibine sinmiş, başını ayaklarının arasına saklamaya çalışan çocuğa…
Beyaza alıştığım gece, gece sönerken camı açık penceremin perdesinde, avuçlarım göz yaşlarımın misafirliğinde şaşkın iken, hıçkırmayı özlediğimi fark ederken ben, bir bıçak gibi sıyırırken yaralar bedenimi, ve teğet geçerken tutkular bana, beyaza kapıldım.
Tüm siyahlara veda…
Beyazın, beni içine hapsetmiş olduğu bir dünya olduğunu nasıl anlatabilirdim ona...?
Yolculuk çanları çalıyor. Paltosu yüksek ökçelerine dek uzanan, boynunda bir kürk uyuyan kız, tüm cilveli bakışlarıyla İstanbul’a bakıyor… Tren, son hazırlıklarında; etraf koşuşturan yolcularla…
Kız ise İstanbul’la konuşmada :
‘Sana söyledim İstanbul, inanmadın bana!!! Bak, gidiyorum, gidiyorum İstanbul! Sensiz yaşamaya gidiyorum! Ölüm, sensiz mutlu olabilmek gibi bir şey sanki İstanbul’um… Ölüm, sonsuza dek sevmek gibi…’
Saçlarını savuruyor İstanbul’a karşı, Haydarpaşa değil bu garın adı, tanıyamıyor nerede olduğunu, o bir tek Haydarpaşa’yı bilirdi… Şimdi ismini içinden silemediği şehre, ismini bilmediği bir gardan yolcu oluyor…
Saçlarını savuruyor İstanbul’a karşı, Haydarpaşa değil bu garın adı, tanıyamıyor nerede olduğunu, o bir tek Haydarpaşa’yı bilirdi… Şimdi ismini içinden silemediği şehre, ismini bilmediği bir gardan yolcu oluyor…
Başkent onu bekliyor…
Ve bize ardından gülümsemek, susmak, düşüyor…
Çünkü Şubat bitiyor…
Etiketler: SoSo-j